Sonunda birlikteyken sooon derece mutlu olduğum ama sonrasında beni üzüntülere boğan iki şeyden de sonsuza dek kurtuldum: Erkek arkadaşım ve kredi kartım... Hahaha
İlki ile birlikteyken çok mutluyduk çünkü beni gerçekten sevdiğini hissettiriyordu. Sımsıkı sarılıyor, başımı okşuyor, Uzun uzun beni seyrediyordu. Sayesinde en güzel yerlerde yiyordum. Arabaya binerken kapımı bile o açıyordu. Ne kadar güzel değil mi...
Ama bulutlardan düşüşüm çok sürmüyordu.
Bir gece farkettim ki ayrıyken aslında çok da benimle olmak gibi bir derdi yoktu. Beni aramıyor, sormuyor, yanımda olmak için hiç çaba harcamıyordu. Hep bahaneleri vardı... İşi çoktu. Ailesi ile olması gerekliydi. Çalışanları ile olması gerekliydi. Arkadaşlarıyla olması gerekliydi.
Ama en kötüsü "ben onlarla neden tanıştırılmıyorum" sorusunu kendime sorduğum zamanlardı. Neyse, düzelir, ilişkimiz ilerledikçe daha iyiye gider dedim ama nooo. Tam tersi gittikçe geriye gitmeye başladı. Onunlayken değil miydi en kötü doğum günüm ve en kötü yılbaşım. Birlikte oluruz diye kimseyle plan yapmamam ikisinde de elimde patladı. Yapanlız kalmaktan son anda neredeyse şansın yardımıyla kurtuldum.
Ve anladım ki artık gitmesine izin verme zamanıydı. Şaşırdı ama kabullendi... Ben de. Ona o kadar aşıkken çok daha fazla üzülürüm zannediyordum ama düşündüğümden cook daha iyiyim. Ayrılık mesajlarını atarken bir yandan korkuyordum bundan sonra onsuz nasıl yaşayacağım diye bir yandan da "sanki varken ne kadar görüşüyoruz ki" diye kendimi rahatlatıyordum.
Düzgünce konuşalım diye beni aradığında ise ağzımdan şu laflar döküldü: "Birinin var olup yok olmasındansa tamamen yok olması daha iyi." O anda ne demek istediğimi ben bile anlamamıştım. Ta ki telefonu kapatıp da düşünürken şunun ayırdına varana kadar: Biriyle birlikteyken, dışarda en eğlenceli arkadaşlarınızla en eğlenceli mekanlarda bile olsanız aklınız sevgilinizde oluyor. sürekli "neden aramadı, niye bir mesaj atmadı" diye anın tadını çıkarmadan çok uzakta buluyorsunuz kendinizi. Oysa biri yokken böyle bir kaygınız da yok... Ohh, sabahlar olmasın...
Sonuç olarak ne derler bilirsiniz: ilişki tek taraflı yaşanmaz... Ve biz çok daha iyisini hakediyoruz.
İkinci ayrılığım da en az ilki kadar acılı oldu.
Birlikteyken çok mutluyduk. Karşısımızda duracak hiç bir brand yoktu. Sessiz sessiz cüzdanımda duruyor, tam ihtiyacım olduğu anda ortaya çıkıyordu. Sayesinde en güzel yerlerde yiyor, en güzel kıyafetleri giyiyordum. Ne kadar güzel değil mi...
Ama bulutlardan düşüşüm çok sürmüyordu. Bir gece farkettim ki onca gerekli şeyler ok ama bir o kadar da gereksiz alışverişlerim yegane kaynağı kredi kartımdı. Onunlayken bu gerekli mi diye düşünmüyordum bile. Sadece alıyor alıyor alıyordum. Hahaha.... Ay sonunda odemem gereken miktar once minimum tutara zor yeter oldu. Bazı aylar onu bile odemekte zorlanıyordum.
Ama en kötüsü "bu kadar aldığım şey gerçekten gerekli mi, bunları kullanacak mıyım gereçketen" soru ile başba kaldığım anlardı. Yani 5.güneş gözlüğüne, bir t-shirtun farklı yerlerinde desenler var diye ikincisine ihtiyacım var mıydı? Onunlayken değil miydi o masaj paketlerini alışım... O çantaları, ayakkabıları...
Ve anladım ki artık gitmesine izin verme zamanıydı. Şaşırdım ama kabullendim... Onu keserken bir yandan korkuyordum bundan sonra nasıl yaşayacağım diye bir yandan da bir kış ve yaz bana yetecek kılık kıyafetim, parfümüm, makyaj malzemelerim olduğunu düşünüp rahatlatıyordum kendimi. Ek planlar bile yaptım. Arkadaşlarla birlikte gidilecek mekanlar listesine bir şekilde "Simit Sarayları" nı sokmak, gidilen pahalı mekanlarda rejimde olduğum gerekçesiyle - ki yalan diil- sadece soda içmek, takı koleksiyonumu e-bay'den veya sahibinden.com'dan satışa çıkarmak gibi... Ohhh, gelsin paracıklar...
Sonuç olarak ne derler bilirsiniz: ödeyemeyeceğinden fazlasını harcarsan hapiste şık şık dolaşırsın. Ya da daha beteri babandan para ister 100 yıl sürecek bir lanete uğramış olursun. Bu lanette şıklık da sökmez.
İlki ile birlikteyken çok mutluyduk çünkü beni gerçekten sevdiğini hissettiriyordu. Sımsıkı sarılıyor, başımı okşuyor, Uzun uzun beni seyrediyordu. Sayesinde en güzel yerlerde yiyordum. Arabaya binerken kapımı bile o açıyordu. Ne kadar güzel değil mi...
Ama bulutlardan düşüşüm çok sürmüyordu.
Bir gece farkettim ki ayrıyken aslında çok da benimle olmak gibi bir derdi yoktu. Beni aramıyor, sormuyor, yanımda olmak için hiç çaba harcamıyordu. Hep bahaneleri vardı... İşi çoktu. Ailesi ile olması gerekliydi. Çalışanları ile olması gerekliydi. Arkadaşlarıyla olması gerekliydi.
Ama en kötüsü "ben onlarla neden tanıştırılmıyorum" sorusunu kendime sorduğum zamanlardı. Neyse, düzelir, ilişkimiz ilerledikçe daha iyiye gider dedim ama nooo. Tam tersi gittikçe geriye gitmeye başladı. Onunlayken değil miydi en kötü doğum günüm ve en kötü yılbaşım. Birlikte oluruz diye kimseyle plan yapmamam ikisinde de elimde patladı. Yapanlız kalmaktan son anda neredeyse şansın yardımıyla kurtuldum.
Ve anladım ki artık gitmesine izin verme zamanıydı. Şaşırdı ama kabullendi... Ben de. Ona o kadar aşıkken çok daha fazla üzülürüm zannediyordum ama düşündüğümden cook daha iyiyim. Ayrılık mesajlarını atarken bir yandan korkuyordum bundan sonra onsuz nasıl yaşayacağım diye bir yandan da "sanki varken ne kadar görüşüyoruz ki" diye kendimi rahatlatıyordum.
Düzgünce konuşalım diye beni aradığında ise ağzımdan şu laflar döküldü: "Birinin var olup yok olmasındansa tamamen yok olması daha iyi." O anda ne demek istediğimi ben bile anlamamıştım. Ta ki telefonu kapatıp da düşünürken şunun ayırdına varana kadar: Biriyle birlikteyken, dışarda en eğlenceli arkadaşlarınızla en eğlenceli mekanlarda bile olsanız aklınız sevgilinizde oluyor. sürekli "neden aramadı, niye bir mesaj atmadı" diye anın tadını çıkarmadan çok uzakta buluyorsunuz kendinizi. Oysa biri yokken böyle bir kaygınız da yok... Ohh, sabahlar olmasın...
Sonuç olarak ne derler bilirsiniz: ilişki tek taraflı yaşanmaz... Ve biz çok daha iyisini hakediyoruz.
İkinci ayrılığım da en az ilki kadar acılı oldu.
Birlikteyken çok mutluyduk. Karşısımızda duracak hiç bir brand yoktu. Sessiz sessiz cüzdanımda duruyor, tam ihtiyacım olduğu anda ortaya çıkıyordu. Sayesinde en güzel yerlerde yiyor, en güzel kıyafetleri giyiyordum. Ne kadar güzel değil mi...
Ama bulutlardan düşüşüm çok sürmüyordu. Bir gece farkettim ki onca gerekli şeyler ok ama bir o kadar da gereksiz alışverişlerim yegane kaynağı kredi kartımdı. Onunlayken bu gerekli mi diye düşünmüyordum bile. Sadece alıyor alıyor alıyordum. Hahaha.... Ay sonunda odemem gereken miktar once minimum tutara zor yeter oldu. Bazı aylar onu bile odemekte zorlanıyordum.
Ama en kötüsü "bu kadar aldığım şey gerçekten gerekli mi, bunları kullanacak mıyım gereçketen" soru ile başba kaldığım anlardı. Yani 5.güneş gözlüğüne, bir t-shirtun farklı yerlerinde desenler var diye ikincisine ihtiyacım var mıydı? Onunlayken değil miydi o masaj paketlerini alışım... O çantaları, ayakkabıları...
Ve anladım ki artık gitmesine izin verme zamanıydı. Şaşırdım ama kabullendim... Onu keserken bir yandan korkuyordum bundan sonra nasıl yaşayacağım diye bir yandan da bir kış ve yaz bana yetecek kılık kıyafetim, parfümüm, makyaj malzemelerim olduğunu düşünüp rahatlatıyordum kendimi. Ek planlar bile yaptım. Arkadaşlarla birlikte gidilecek mekanlar listesine bir şekilde "Simit Sarayları" nı sokmak, gidilen pahalı mekanlarda rejimde olduğum gerekçesiyle - ki yalan diil- sadece soda içmek, takı koleksiyonumu e-bay'den veya sahibinden.com'dan satışa çıkarmak gibi... Ohhh, gelsin paracıklar...
Sonuç olarak ne derler bilirsiniz: ödeyemeyeceğinden fazlasını harcarsan hapiste şık şık dolaşırsın. Ya da daha beteri babandan para ister 100 yıl sürecek bir lanete uğramış olursun. Bu lanette şıklık da sökmez.