29 Eylül 2012 Cumartesi

İçimdeki Pucca

Kuzimin de tavsiyesiyle keşfettiğim yeni bloggerım Pucca.

passiflora-rapunzel.blogspot.com

"Pucca günlük" diye aratınca da çıkıo Bing'den. Google'dan diil Bing'den:)))

Hatta blog yazılarını kitap bilem yapmışlar. "Küçük aptalın büyük dünyası" diye. Hata ve hatta devamı da var kitabın da adını hatırlamıorum.

Çook eğlenceli. Çoğu yerde davranışlarımız düşüncelerimiz kesişiyor. Daha çok insanlarla ilgili gözlemleri diyeyim:) Hayatlarımızın çok benzeştiğini söyleyemem şu sebeplerden:

Bugün yazılarını okurken farkettiğim benim ondan çook daha mutlu bir çocukluğum olmuş ki bu bana göre beni daha sıkıcı onu daha eğlenceli yapan etken. Evet ben zor bir hayat yaşayanların daha güçlü, daha eğlenceli, daha birlikte olunası tipler olduğunu düşünüyorum. Hayallerini daha çok kovalayanlar onlar. Daha yaratıcılar. Benim gibi mutlu çocuklar ilerde bankacılara ya da "ver görevi en iyisini yapsın" tiplere dönüşüyorlar. Acı çeken herkes ilerde süpermen olmuyor tabi de olanlar genelde bu tiplerden çıkıyor. Ahanda yeni bir genelleme yaptım. Vatana millete hayırlı olsun.

İlişkilerimde de daha az kıskancım. Kendi ilişkilerime de sıkıcı diyemem ama ben hiç şu ayrılalım barışalım ilişkiye renk gelsin tiplerden olamıyorum. Onlar ne güzel heyecanlı tutkulu - e haliyle ayrılıp barışınca arada daha biz özlem, tutku vs.. oluyo- ilişkiler yaşıyorlar. Ben birlikte olduğum erkeklere 0 (Sıfır-zero) sorun yaratıyorum. E noluyo, adam sıkılıo. Bakıo karşısında sürekli durgun, gel deyince gelen, git deyince giden, çok sorun çıkarmayan biri... Dünyanın en bahtiyar çifti de olsak, 7-24 gülsek, eğlensek, konuşsak, takılsak da 4-5 ay sonra max, sıkılıyorlar.

Neyse yazıya başlayış amacım Pucca şöyle ben böyleyim diye kıyaslama yapmak diildi. Yazmak istediğim şey onu okuma olayını fazla mı abarttım ne, içime Pucca kaçtı. İç sesim onun yazı diliyle konuşuyo. Normalde rahat ortamlarda bile çok küfretmeyen en fazla kızlara kaltak falan diyen ben, bi şeylere yorum yaparken saydırmaya başladım. Korkuyorum valla dışarı yansıyacak diye. Hadi o reklam falan işinde anladığım kadarıyla (Blogu en başından dolayısıyla sondan okuduğum için bazen kafam karışıo). Kaldırır belki o ortam. Ama ben kurumsal bi yerde günde 3 toplantı falan yapılan bi yerde çalışıyorum. Geçen toplantıya gittiğimiz arkadaşlarda biri bi şey dedi benim tepki "Hadi len" oldu. Hadi len ne beee...

Töbe töbe. Back to the ortaokul.

Neyse normal aile çocuklarından da (Normal derken diğerleri anormal anlamında demiyorum tabi de işte anne baba kardeş bi döneme kadar aynı evde büyümüş, hayatında major bir trajedi bir döneme kadar olmamış, koleje gitmiş, para sıkıntısı veya başka bir dert görmemiş tipleri kastediyorum) anca bu kadar blog çıkıo işte idare edin - ya da etmeyin:)

PS: Bu arada bir yazısında sevgilisini ne zaman yazsa kavge ettiklerini (yoksa ayrıldıkları mıydı) yazmış. Benim sevgilim bile olmayan, hakkında "Ay ben seni ni bu kadar seviyorum ki" diye yazılar döşendiğim sevgili adayımla artık görüşmez olduk. Adam daha sevgilim bile olmadan sıkıldı düşünün yani.

Elalem diyo ya kullandı beni, bu kullanmaya kadar bile dayanamadı oyle diyim yani...

Kendime not: Bi daha kimseye hiç bi şi anlatma, yazma. Ufff bunu da inanarak bile yazmadım. Onu da anlatmıcaksam ne konuşcaz arkadaşlarla?

Kendime not 2) Terkediyolar ama sonra niye geri dönüyorlar o zmn? Herhalde ağızları dışardaki daha yırtıcı kadınlardan yanınca amaan şunun "ağzı var dili yoktu, ne istesem yapıodu" ben nie ayrıldım ki diye düşünüp herhal... Pfftttt diyorum kendime....

Kendime not 3: Daha eğlenceli ollllll. Bak seninde bir trajedin var artık. Sen de artık sıradan diilsin... Bul bi yöntem.

Kendime not 4: Cem Yılmaz'ın kimbilir ne derdi, ne trajedisi var çocuuğun. :)))) (Genellemenin sıçtığı yer:)) (Ben dedim size içime Pucca kaçtı diye):)

Kendime not 5: Ya şimdi başka blogları da okuyorum ya, yok işte kimlanbuhayatimin erkegi vs... İyi de anacım milletin bi çevresi bi sosyal hayatı var. Gece çıkıyorlar, arkadaşlarıyla festivallere katılıyorlar, zaten anladığım bi dolu cevreleri var. Al sana eğlence. Ben şimdi ev iş bi de en fazla arkadaşlar takılan bi insan olarak ne kadar eğlenceli olabilirim. En son dışarı çıkışım Sibel'in kardeşinin doomgünüydü, kardeşiyle dansettik valla mekanda. Nabayım yani. Bu koşullar altında nasıl eğlenceli olabilir bi insan ki. Hayır vurayım diyorum kendimi gecelere, ortam müsait de param yok. Evet çocukken bok gibiydi para (Pucca dedi valla) ama çalışmaya başlayıp kendi ayakları üzerinde durma davasında ezik zavallı fakir birine dönüştüm. Yanlış anlaşılmasın tabi çalışmaya başlar başlamaz babam paramı kesmedi, yine yıllarca gerek kardeşim gerek ben sömürdük adamcaazı. Ve annecazımı tabi. Anneme kalsa gene devam ederdi de adamcağız bi kaç yıl öncesi "Heytt yeter artık lan, kredi kartını harca harca onu daha ne kadar ben ödücem" diye celallenince "Ay tamam tamam" demek zorunda kaldım.

Hayır arkadaşlarım hala anlatıp gülüyo. Eskiden çıktığım bi çocuk vardı. Teeaa o zmn babişkodan beslendiğim, Kemerburgazlarda havuzlu denizli sitelerde oturduğum mutlu mesut yıllar. Siteden bi çocukla çıkmaya başladık, daha da yeniyiz ha. Çocuk "hadi alışverişe gidelim bana bi şiler alalım" dedi. Çıktık yola, iniyoruz şehre, bu zeki arabasını İş Kulelere parkedip Metrocity'e beni yürütmesin mi? Ok, yürütsün. Sonra beni gezdirip gezdirip "ben burda bi şi bulamadım, Maslak Boyner'e gidelim" demesin mi? Ok, desin. Ben geri "şimdi arabanın oraya yürücez ne gereksiz" derken çocuk "gel şurdan dolmuşa binelim" demesin mi? Yoo, demesin. Benim kayış orda kopmuş. Artık kendimi hangi kraliyet ailesi mensubu sandıysam, ağzımdan: "Dolmuş mu? Biz dolmuşa binmeyiz" cümleleri çıkmış. Evet puhahahaha, bence de ama hakkaten süper gereksiz hareketler diil mi bunlar. Nie araba varken dolmuşla gidioz yani... Bi de niye arabayla Metrocity'e gelinmedi ki. Neyse çocuk "Siz kimsiniz?" deyince - e şaşırdı haliylen:)- ben de "arkadaşlar" falan geveledim ama niyeyse o ilişkim çok yürümedi... Neyse ilişkiye diilde o büyük lafı ettiğime çok üzüldüm sonra. Şimdi fakir fakir dolmuşa da biniyorum, metrobüse de valla. Arada bi de iç geçiriyorum "Hey gidi biz-dolmuşa-binmeyiz günleri hey!!!" diye...

Kendime not 1557: Neyse benimkiler de benim bu eğlencelerimle idare etsinler, olma mı?







 

Şikayetim var


Biraz once bitirdiğim polisiye romanda hiç bir şey değil ama şu cümle beni derinden etkiledi:

Ama cümleden once belirtmem gerek: roman 1900’lü yılların başında Zurih’te geçiyor. -Zurih İsveç ya da İsviçre’de falan sanırım. Ya da bir ülke mi bilmiyorum. Herneyse. This is not the point.-

“Odama çekildim. En yakın lokantadan bir şişe kırmızı şarap getirttim birkaç bardak içtim. Odam daima darmadağınıktır. Kitaplar, dosyalar oraya buraya fırlatılmış, atılmıştır. Bence bu düzenli ülkede yaşayan her ferdin canının dilediği gibi dağınık bir köşeciği de bulunmalı.”

1900 lü yılların başında. Taaa 1900 lü. Yıl 2012 ve hala Türkiye için böyle bir şey söylememiz imkansız. Okurken “acaba bi gün biz de böyle bir cümle kurar mıyız” dedim. “Amaan, Türkiye’m çok düzenli, bırak odam da dağınık kalsın” der miyiz? Hemen de face’ten paylaştım düşüncemi. Hahaha.. Dünya eşsiz paylaşımlarımden geri kalmasın:)

Bazen- çoğu bazen- tam bir kaousun ortasında yaşıyoruz gibi hissetmiyor muyuz?

Trafik kurallamız yok. Sanırsınız Hindistan’ın/Pakistan’ın trafik kurallarını benimsemişiz. Trafik polislerimiz yetersiz. Kuralları uygulamaktan çoğu zaman aciz, bi de yoklar bile. Bu ülkenin polisi sadece akşamları alkol kontrolü yapmakla mı  yükümlü ya. Bi ışıkta geçen, ne bileyim hız yapan, yanlış parkeden, kavga eden adamlarla hiç mi işi olmaz. Ya tamam illa yakaladıkları vardır da yeterli mi yani…Burda çok insandan ayrıldığımı biliyorum ama daha çok kural ve uygulayıcı olsun istiyorum. Daha çok ceza istiyorum. Ceza ceza....

Teror olayları inanılmaz. Orada da saolsun komşularımızın hukuk kuralları geçerli. Dağı taşı korumaya çalışan kardeşlerimiz dağı taşı ne için istediğini bile bilmediğimiz insanlarca öldürülüyor. Niye o dağ taş için bu kadar kişi olmek zorunda anlamıyoruz. Neden politikacılarımız bu kadar yetersiz. Orada kimlerin ne çıkarı var zerre anlamıyoruz. Anlayanları da oturup okumuyor ya da dinlemiyoruz. Ya da millet dinliyo da ben dinlemiyorum. Pffttt... Kimse ölmesin ya...

Oturduğumuz binalar evler rezalet. Kabul edin. Kemer Country'de vs de yaşamıyorsanız en güzel evim aman da şahane evim dediğimiz evler bile tuğla yığınından ibaret. Ne bahçemiz ne bahçe düzenlememiz var. Binalarımız bakımsız. Yıkık dökük. Ve biz değiştirmek için hiiiç bi şey yapmıyoruz. Orada da 1950 li yıllarda Londra’da geçen physco bir berberli film vardı. (Bkz: Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007) )Hah o zamanların mimariyi benimsemişiz. Hatta mimarisini de değil yaşam tarzını. Muhtemelen o binalar daha güzel çünkü. Ama sokakların leşliği falan aynı. 1950'ler diyorum...Yoksa 1850 ler miydi?

www.kimlanbuhayatiminerkegi.com diye bir blog var çok sevdiğim. Bloggerımızın çok güzel bir yazısı var:

Uzun uzadıya ozendiği güzelliklerini yazdığı super eğlenceli bir Budapeşte yazısında diyor ki:

“Bence cadde yeter artar ama yan sokakalarda da muhteşem yapılar var. “Kardeş seninki de ne bina sevgisiymiş diyebilrsiniz. Açım bilader. Açıııım! Güzel yapıya açım, dış iç süslemeye açım. Şekilli çatıya, kabartmaya, pimapen olmayan pencereye, ağaçlı, banklı, geniş, trafiksiz caddeye  açım. Dökme tuğlaya, taş yapıya, rönesansa, Art Nouveau’ya, ferforjeye, balkon çıkmasına, heykele, kapı işlemesine açım. Mimariya açım ulan!!”

Valla aynı durumdayım. (Dip not: Aynı blogda “Prenses Ada ve Ben” yazı dizisi var. Online roman. Israrla isteyiniz. Ya da direct girip okuyunuz)

Eğlencelerimiz eglenceye benzemiyor, organizasyon yeteneğimiz 0’a yakın. Tam olarak şunu düşünüyorum. Tüm Türk organizatörlerimizi toplasak bir Beyonce konseri çıkmaz bizden.

Hukuk sistemimizi hiç bi ülkeden almamışız Allah’a şükür. O Türklere mahsus olmuş. En kısa boşanma davası arada pürüz varsa 2 yıl sürüyor. Millet sırf uzamasın diye herşeye evet demek zorunda kalıyor. Asıl diğer davaları söylemiyorum bile.

Bİr de bizim gibi galeyana, gaza gelmeye bu kadar müsait bir ırk nasıl oluyor da her şeye bu kadar tepkisiz kalıyor işte onu da anlamıyorum. Saçma sapan gazeteler istediklerini yazıyorlar. Kimsenin kılı kıpırdamıyor. Ya bu ülkede AMQ diye gazete çıkardı insanlar. Bi de reklam yapıyorlar utanmadan. Bu nasıl bir mantık yaaa.

En büyük protestomuz Facebook’da “Tepki duyuyorsanız paylaşın” cümleleri oldu. Neyi nerede paylaşıp tepki koyuyorsunuz anlamıyorum ki. Trend topicler sizi.

Neyse, ben de yazının başında anladığınız üzere super kültürlü, aktivist, bilinçli biri sayılmam ama düşündüklerim bunlar…








 









 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...