29 Eylül 2012 Cumartesi

Şikayetim var


Biraz once bitirdiğim polisiye romanda hiç bir şey değil ama şu cümle beni derinden etkiledi:

Ama cümleden once belirtmem gerek: roman 1900’lü yılların başında Zurih’te geçiyor. -Zurih İsveç ya da İsviçre’de falan sanırım. Ya da bir ülke mi bilmiyorum. Herneyse. This is not the point.-

“Odama çekildim. En yakın lokantadan bir şişe kırmızı şarap getirttim birkaç bardak içtim. Odam daima darmadağınıktır. Kitaplar, dosyalar oraya buraya fırlatılmış, atılmıştır. Bence bu düzenli ülkede yaşayan her ferdin canının dilediği gibi dağınık bir köşeciği de bulunmalı.”

1900 lü yılların başında. Taaa 1900 lü. Yıl 2012 ve hala Türkiye için böyle bir şey söylememiz imkansız. Okurken “acaba bi gün biz de böyle bir cümle kurar mıyız” dedim. “Amaan, Türkiye’m çok düzenli, bırak odam da dağınık kalsın” der miyiz? Hemen de face’ten paylaştım düşüncemi. Hahaha.. Dünya eşsiz paylaşımlarımden geri kalmasın:)

Bazen- çoğu bazen- tam bir kaousun ortasında yaşıyoruz gibi hissetmiyor muyuz?

Trafik kurallamız yok. Sanırsınız Hindistan’ın/Pakistan’ın trafik kurallarını benimsemişiz. Trafik polislerimiz yetersiz. Kuralları uygulamaktan çoğu zaman aciz, bi de yoklar bile. Bu ülkenin polisi sadece akşamları alkol kontrolü yapmakla mı  yükümlü ya. Bi ışıkta geçen, ne bileyim hız yapan, yanlış parkeden, kavga eden adamlarla hiç mi işi olmaz. Ya tamam illa yakaladıkları vardır da yeterli mi yani…Burda çok insandan ayrıldığımı biliyorum ama daha çok kural ve uygulayıcı olsun istiyorum. Daha çok ceza istiyorum. Ceza ceza....

Teror olayları inanılmaz. Orada da saolsun komşularımızın hukuk kuralları geçerli. Dağı taşı korumaya çalışan kardeşlerimiz dağı taşı ne için istediğini bile bilmediğimiz insanlarca öldürülüyor. Niye o dağ taş için bu kadar kişi olmek zorunda anlamıyoruz. Neden politikacılarımız bu kadar yetersiz. Orada kimlerin ne çıkarı var zerre anlamıyoruz. Anlayanları da oturup okumuyor ya da dinlemiyoruz. Ya da millet dinliyo da ben dinlemiyorum. Pffttt... Kimse ölmesin ya...

Oturduğumuz binalar evler rezalet. Kabul edin. Kemer Country'de vs de yaşamıyorsanız en güzel evim aman da şahane evim dediğimiz evler bile tuğla yığınından ibaret. Ne bahçemiz ne bahçe düzenlememiz var. Binalarımız bakımsız. Yıkık dökük. Ve biz değiştirmek için hiiiç bi şey yapmıyoruz. Orada da 1950 li yıllarda Londra’da geçen physco bir berberli film vardı. (Bkz: Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007) )Hah o zamanların mimariyi benimsemişiz. Hatta mimarisini de değil yaşam tarzını. Muhtemelen o binalar daha güzel çünkü. Ama sokakların leşliği falan aynı. 1950'ler diyorum...Yoksa 1850 ler miydi?

www.kimlanbuhayatiminerkegi.com diye bir blog var çok sevdiğim. Bloggerımızın çok güzel bir yazısı var:

Uzun uzadıya ozendiği güzelliklerini yazdığı super eğlenceli bir Budapeşte yazısında diyor ki:

“Bence cadde yeter artar ama yan sokakalarda da muhteşem yapılar var. “Kardeş seninki de ne bina sevgisiymiş diyebilrsiniz. Açım bilader. Açıııım! Güzel yapıya açım, dış iç süslemeye açım. Şekilli çatıya, kabartmaya, pimapen olmayan pencereye, ağaçlı, banklı, geniş, trafiksiz caddeye  açım. Dökme tuğlaya, taş yapıya, rönesansa, Art Nouveau’ya, ferforjeye, balkon çıkmasına, heykele, kapı işlemesine açım. Mimariya açım ulan!!”

Valla aynı durumdayım. (Dip not: Aynı blogda “Prenses Ada ve Ben” yazı dizisi var. Online roman. Israrla isteyiniz. Ya da direct girip okuyunuz)

Eğlencelerimiz eglenceye benzemiyor, organizasyon yeteneğimiz 0’a yakın. Tam olarak şunu düşünüyorum. Tüm Türk organizatörlerimizi toplasak bir Beyonce konseri çıkmaz bizden.

Hukuk sistemimizi hiç bi ülkeden almamışız Allah’a şükür. O Türklere mahsus olmuş. En kısa boşanma davası arada pürüz varsa 2 yıl sürüyor. Millet sırf uzamasın diye herşeye evet demek zorunda kalıyor. Asıl diğer davaları söylemiyorum bile.

Bİr de bizim gibi galeyana, gaza gelmeye bu kadar müsait bir ırk nasıl oluyor da her şeye bu kadar tepkisiz kalıyor işte onu da anlamıyorum. Saçma sapan gazeteler istediklerini yazıyorlar. Kimsenin kılı kıpırdamıyor. Ya bu ülkede AMQ diye gazete çıkardı insanlar. Bi de reklam yapıyorlar utanmadan. Bu nasıl bir mantık yaaa.

En büyük protestomuz Facebook’da “Tepki duyuyorsanız paylaşın” cümleleri oldu. Neyi nerede paylaşıp tepki koyuyorsunuz anlamıyorum ki. Trend topicler sizi.

Neyse, ben de yazının başında anladığınız üzere super kültürlü, aktivist, bilinçli biri sayılmam ama düşündüklerim bunlar…








 









 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...